GÜMÜŞLÜK GÜNCESİ
Gümüşlük anıları
Gönüllü Sürgün ©
Ayağımın tozuyla denize koştum. Yeni evim, yeni hayatım... Acayip heyecanlıyım. Kızımın ve ailemin tüm karşı çıkmalarına karşın badanayı, boyayı, tadilatı, tamiratı kendim yapıyorum. Yıllardan sonra ilk kez bu kadar iyi ve özgür hissediyorum. Hatta bir kaç ay öncesinde canlı yayınlarda fenalaşıp hastaneye kaldırılan ben değilmişim gibi enerji doluyum.
Gümüşlük oksijen deposu, sakin, sessiz. yeşilin her türünün boy verdiği mükemmel bir belde. Sabah gün doğumunun tonları ile akşam gün batımının tonları doyumsuz... Sabahın köründe çıkıyor, havanın kararmasıyla dönüyorum yeni evime. Sırtımda içi lenslerle dolu çantam, omuzumda body, elimde tripodum dağ, bayır, kumsal, sahil dolaşıyorum. Ve hemen her yerden denize giriyorum. Mükemmel mavi bayraklı koylarda, gidebileceğim en derin yerinde bile dibini görebildiğim denizde doyasıya yüzüyor, eğleniyorum.
Sonuç... Sonuç şu; daha 2. haftada yüzümün rengi değişti. Uykularım düzene girdi. Kendimi çok daha dinç, genç ve enerjiik hissediyorum. Hatta 11 yaşındaki yeğenim Ulaş'ın enerjisine yetişecek kadar saatlerce dalgaların içinde boğuşuyorum onunla. Bir yandan da kulağım telefonda. Benim menajerim kızım ya, patronum da o. Ondan gelecek yeni sezon haberini bekliyorum ama içimden bir ses de hiç gelmese o haber diyor, ne yalan söyleyeyim.
Veee o gün geliverdi birden. Beni derinden sarsan, etkileyen ve hala etkilemeye devam eden, "o gün..." Ama "o gün" dediğim yeni bir kanal, yeni bir program ve bol sıfırlı çeklerin eklendiği sözleşmelerle ilgili değildi.
O gün, 60'larına dayanmış hayatımda gerçekten en çok korktuğum ikinici gündü...
O gün sarsıldım. Zangır zangır sarsılırken titredim ve gerçekten çok korktum. İlki 1999 yılında yaşadığım şoktu. İkincisi de herşeyi geride bırakıp dönmemek üzere terk ettiğim İstanbul'dan kaçışım sonrası Gümüşlük'te yaşadığımdı.
Hani bir bahtsız bedevi vardır ya. Kendimi öyle hissediyordum. Gümüşlük'lü bahtsız bedevi Yalçın Abi...
Tarih 21 Temmuz 2017. Yani ben daha 27 günlük Gümüşlük vatandaşıyken, çok mutluyken, yeni evimin salonunda uyukluyorken bir anda koltuk yerinden kaydı. Dolaplarda ses çıkartacak ne varsa koro halinde sarsılıp uğultular içinde çınlıyordu beynimde. Sonra... Sonra binanın ileri geri hareket ettiğini hissettim. Uykum saniyeler içinde açıldı. O korkunç çatırtı, zeminden gelen uğultu ve sarsıntılarla kendimi sokağa attım.
Saat sanırım 01:30 civarıydı.
Deprem olmuştu. 10/12 saniye kadar sürmüştü. Ama yetmişti o saniyeler benim tükenmeme. Olayın şokunu biraz atlatınca gördüm ki tüm komşularım da sokaktaydı. Gecenin karanlığında bembeyaz olmuş suratlarıyla herkes birbirine, "Nasıldı ama" yı anlatıyordu. Bu arada artçılar da sürüyor ve sallanmaya devam ediyorduk.
Elektrikler kesildi deprem anında. Cesaretimi toplayıp eve girdim ve hemen sokak kapısının yanına astığım şarjlı led lambayla, şarjlı radyomu alıp koşarak dışarı çıktım. Elektrik yok. Heryer zifir karanlık. Sallanmaya devam ediyoruz ya herkes ne olduğunu merak ediyor. Ben radyoyu açınca kim varsa yanıma geldi.
Tüm kanallarda hemen hemen Bodrum'da deprem haberi vardı. İlk belirlemelere göre 6 küsurla sallanmıştık. Hasar var mıydı? Ekipler tespitteydi. Ölü, yaralı var mıydı? İncelemeler sürüyordu. Tsunami olur muydu? Biraz vakit geçince uzmanlardan görüşler de seslendirilmeye başlandı.
Haberciyiz ya... Cesaretimi toplayıp eve daldım. Body ve lenslerin olduğu çantamı alıp hızla dışarı çıktım. En geniş diyafram açıklığına sahip lensimi monte edip astım omuzuma. Hava biraz aydınlansın düşeceğim yollara.
Gümüşlük'te yaz aylarında hava saat 06:00 gibi aydınlanmaya başlar. O muhteşem kızıllık gökyüzünü sarar ve güneş yavaş yavaş yüzünü gösterir. Ama daha sabaha çok var. Arabalarına binenler, çadır ve seyyar katlanır iskemlelerini alanlar Gümüşlük Gençlikspor'un sahasına ve çevresine koşuyor. Orası açık alan ve güvenli.
Başım dönüyor, midem bulanıyor, panik atak ara ara saldırıp usumu kuşatmaya çalışıyor. Sokaklarda, sahada haber peşinde koşarken yaşamadığı olay kalmamış olan ben söz konusu deprem olunca tir tir titriyorum. 1999 depremi geliyor beynimin derinliklerindeki karanlık köşelerden. Bundan daha beterdi. İstanbul Bostancı'da oturuyordum ve 5 katlı eski bir binanın en üst katında yaşıyordum.
Öylesine korkunç, öylesine güçlü, öylesine saldırgandı ki doğa ana, depremin gerçek yüzünü lk orada yaşamıştım. Sağ sağlim çıktığım binadan ilk iş olarak Kocaeli'ne gitmiş ardından da günlerce Adapazarı, Gölcük, Kocaeli'de depremi haber yapmış ve korkunç olaylara tanıklık etmiştim. Bu kez seneler sonra Gümüşlük'teki korkumun büyüklüğü de bundandı.
Günlerce eve giremedim. Arabaların arka koltuklarında sivrisineklerle dövüşerek sabahladığım onlarca gecem oldu. Gümüşlük komşularımdan Ferhat Özçelik'in bir makam arabası var. Daha doğrusu ben öyle tanımlıyorum; "Ferhat'ın Sarayı..." İşte o arabayı sırf ben kaldırımlarda yatmayayım diye evimin önüne park etti Ferhat kardeşim. O araba benim evim oldu. Arka koltukta uyudum, uyandım, uyudum... Uyuyamadığım geceler extra alkollü biralara sığındım sırf sızmak için. Uzun zamandır kullanmadığım alkole de böylece yeniden başladım.
Ama dönmeyecektim geriye. Yapacak bir şey yoktu. Alışacaktım depremle yaşamaya. Üstelik zemini fay hatlarıyla dolu böyle bir coğrafyada sürdürecektim bundan sonraki hayatımı. Bana asıl cesaret verense çocuğumun annesi Nurhan Fıratlı'nın açtığı bir telefon oldu.
"Yalçın, bak uzmanlar diyor ki o bölge artık 100 sene güvenliymiş. Tüm stres boşalmış. Artık sadece artçılar olabilirmiş. Korkma..."
Alıştım. Korkmaya da alıştım. Sallanmaya da. Hala da korkuyorum o çatırtıları yeniden duymaktan. 45 saniye içinde fırlayıp dışarı çıkamamaktan. Uykudayken yakalanmaktan, korkuyorum... Ama inanın bana Gümüşlük aşkım tüm korkularıma baskın çıktı. Çıkıyor ve de çıkacak...
Ama büyükşehirde yaşamaya alışmış birisi için köyde yaşamak o kadar kolay mı? Nelerden vaz geçeceksiniz? Nelere alışacaksınız?
Devam edecek...